26 Ocak 2011 Çarşamba

Evde Olmanın Huzuru

Bugün işe gitmedim! Haftaiçi, hele de soğuk ama güneşli bir kış gününde, evde olmanın nasıl da güzel bir duygu olduğunu unutmuşum...Keşke her haftaiçi birer günlük izinlerimiz olsa, ne iyi olur. Eminim haftaiçi çalışmak için daha iyi motive oluruz..
Sabah "baba" diye bağıran sarı kuşumun sesiyle uyandım. Yaşasın, iki gündür yağan çılgın yağmurdan sonra bugün şahane bir güneş var! Hemen gidip oğluşumun yanına yattım. Bu aralar sarılmayı pek bir seviyoruz, hem sıkışıp büzüşüyor göğsümün arasına girmek için, hem de oyun yapacak ya, "bırakkkkk" diye bağırıyor. "Bırakamam, çok seviyorum" diye yumulunca kendisine, kahkahalardan boğulurcasına gülmeye başlıyor. Çok eğleniyoruz çokkk....
Bugün aynı zamanda meşhur Bospa günü! Sabah güneşinden de faydalanalım diye, kahvaltıdan sonra birlikte pazara gittik. Pazar gevreklerini pek severiz, hemen bir tane aldık elimize. Tezgahları gezip bir iki parça bir şeyler aldıktan sonra döndük güneşi arkamıza alıp sırtlarımızı ısıtarak. Duyguşun kızlar okula gitmemiş, biraz onlara uğradık, bir kahve, iki muhabbet derken öğle yemeğini de orada hallettik. Sonra uyku için evimize geçtik.
Sarı civcivim uyuyor şimdi..Ben de çok özlediğim balkonumda, güneşin batışına eşlik ederek, hem radyo dinliyor, hem sütlü kahvemi yudumluyor, hem de güzel şeyler okumanın tadını çıkarıyorum. Birazdan uzak kaldığım mutfak işlerine de girişeceğim. Annem yok bugün, yemekler benden...ohh be, iyi ki gitmemişim işe de bugün evde kalmışım! Evimi çok seviyorummmmmm!

21 Ocak 2011 Cuma

Başladım!

Önce sabahları epey erken kalkıp koşmayı hedefledim ama Deniz ile birlikte yatma seremonimiz gece 12'leri bulmaya başlayınca sabah 6.30'da kalkmak işkence oldu bana. Üstelik saat 6.30'da hava resmen gece gibi karanlık oluyor, hiç hoşuma gitmedi o saatlerde koşma duygusu. Vazgeçtim..
Ama içimdeki sporcu benlik vazgeçmiyor, 'hadi, artık başla, erteleme...' diye vızıldıyor. Akşamları bu işi nasıl organize edebilirim diye düşünmeye başladım.
Tolga biraz daha erken gelse, yemek faslından sonra oyun saatinin bir kısmını ona pas edip, koşuya çıkacağım, kararlıyım. Ama yok, şartlarım henüz bu programları gerçekleştirmeye bir türlü el vermiyor.
Ben de mevcut şartlarım içinde ne yapabileceğime baktım ve birden öğle tatillerimin bu iş için hazır beni beklediğini gördüm!
Hemen eyleme geçtim. Eşofmanlarım, koşu ayakkabılarım ve Ipod'um birbirleriyle kolayca uyumlanıp, Kordon'da, deniz kıyısında, sıcacık öğle güneşinin altında, ilk gün ısınma turu olarak tam 45 dakika hızlı yürüyüş-hafif tempo koşu ile start aldım! Ne zamandır zihnimde bekleyen bu projeji hayata geçirince çok mutlu oldum! Hedefim haftada en az 3 gün, 45 dakika koşabilmek!

20 Ocak 2011 Perşembe

Miladlar

Son günlerde oğlumuzla olan ilişki ve yerleşik düzenimizde miladlar yaşıyoruz.

İlk önce geçen haftasonu gittiğimiz bol çocuklu ve yabancılı doğumgünü partisinde ilk defa bensiz yelken aldı ve diğer çocukların arasına karışıp mutlulukla onlarla kaynaştı...hatta artık gidelim Denizcim dediğimde "hayır" diye itiraz bile etti. Onu ancak "dolmuşa bineceğiz ama" diyerek ayrılmaya ikna ettim. Toplu taşım araçlarını çok seviyor.

İkincisi, artık gece yatma seremonilerimiz, saat 22.30 civarına geriledi. Kendisi "eeee, uyku, oda" diyerek ihtiyacını bildiriyor ve önce bizim odada, Tolga ile aramızda başlayan uyku serüvenimiz, kendi odasını ve yatağını istemesiyle sonlanıyor. Çoğu zaman yatağına benim de yatmamı istiyor, allahtan ufak tefeğim de ayaklarımı büküp sığabiliyorum yanına. İçime giriyor neredeyse sarı civcivim benim, sımsıkı sarılıyoruz, önce sevgili Mamut'umuzu dereye yollayıp, sonra da Jeep'imizin lastik kontrollerini yaptıktan sonra saçlarını okşaya okşaya uykunun tatlı kollarına bırakıyoruz kendimizi. Hatta bu gece 23.00'da uyumuştu, inanamadım! Büyük bir sevinç ve zindelikle fırladım yanından, ohh bana da biraz zaman kaldı ve hala uykum yok diyerek...Zira genelde ben de onunla uyuyup kalıyordum nereye yattıysam..

Üçüncüsü, Tolga ile daha az vakit geçirip, daha az şey paylaşabilmesinden doğan sıkıntı ve huysuzluğu çok şükür bitti. Hatta çok yorgun olduğunda Tolga'nın kendisinden önce yatmasını bile problem etmiyor. Ama hala onu bırakıp bir yere gitmesine büyük tepki veriyor. Neyse bu da geçecek...

Geceleri geç yattığı için sabahları ben işe giderken uyuyor oluyordu. Onun yatakta kendini dağıtmış masum halini görüp sevmeden çıkamıyorum ben de. Bu hafta iki sabah uyandı ve ayrılmakta zorlandık ama artık mutlaka akşam döneceğimi biliyor. Akşamüzeri kapıya gidip "annem annem" diyormuş anneme...canım oğlum, ben de koşa koşa geliyorum akşamları sana sarılabilmek için...

Yarın Cuma. Haftanın sonu, haftasonun başlangıcı. Cumartesi günü Deniz'i Taypark'a götürmeyi planlıyorum. Bakalım gerçekten taylara binebilecek miyiz?

16 Ocak 2011 Pazar

Başkalarının Hayatlarını Modellemek

Şu dönemde sıklıkla yaşadığım bir şey bu...Sanırım fazla dış referanslı olmamın da etkisi var bunda. Yani kendi hayatımda isteyip de beceremediğim şeyleri başkalarının hayatlarında gerçekleştirebiliyor olmaları bana büyük bir ilham ve ümit veriyor. Yani istiyorum ki bu ilham ve ümidi kendi iç kaynaklarımdan alayım ama yok, bu aralar hep başkalarının hayatlarını modellemeye, kendimde eksik ama onlarda var olan pozitif yönleri not ederek, kendi kişisel yapım ve şartlarım içinde dönüştürerek yeni şeyler yapmaya çalışıyorum hem kendimi hem ailemi mutlu edecek.
Modellediğim belli başlı gözlemler
1. 2.5 yaşında erkek çocuğu olan milyonlarca insan var. Çocuğundan ve çocuklu hayatından asla şikayet etme. Zorluklar geçecek, güzelliklerine odaklan. Çocukluk süreci hakkında daha çok oku ve ÇOCUĞU anlamaya çalış. Sadece çocukluğunu yaşamasına izin ver. Onunla bolca oyna, şu dönemde artan anne ihtiyacını karşılıksızca tatmin etmeye çalış!
2. Hayatını daha verimli kullanılabilir şekilde yeniden organize et. Şartlarını gözden geçir. Fiziksel olarak seni zorlayan işlerde yardım almaktan kaçınma. Gerekiyorsa parayla hizmet satın al ve bunun sana sağladığı kolaylıkları mutluluğa dönüştürmesini bil!
3. Geçmiş, şimdi ve gelecek! Şu an hepsi içiçe ama farkındalığın oranında yeniden yapılandırılıp yeniden hedeflenebilir.
4. Yapmaktan keyif aldığın ve hem ruhsal hem fiziksel enerji dönüşümü sağlamana katkıda bulunun aktivitelere mutlaka zaman ayır, zaman yokluğundan şikayet etme, yarat: örneğin koşmak gibi...
5. Yorgunluktan şikayet etme! Bunca tembelleştiğin için kendini sürekli yorgun hissediyorsun. Daha az uyu ve daha işlek ol, hem bedenen hem zihnen. Koşunca göreceksin nasıl açılacağını. Üniversite, dernek ve çalışma hayatını birarada yürüttüğün o deli günleri düşün. O zaman yapabiliyorsan şimdi de yapabilirsin. Bahaneler yaratma!
6. Daha az şeye sahip ol! Bu dünyada hiçbir şeyin yok, unutma. Tüm giysilerini, kitaplarını, aksesuarlarını, cicili bicili kırtasiyelerini...hepsini bağışla. Evini daha da sadeleştir. Verdikçe yerin açılacak ve daha kaliteli içeriklerle dolacak, unutma.
7. Her güne gülümseyerek uyan ve bugün hayatımda YENİ ne olacak sorusunu zihninden eksik etme...
8. Deniz'e sımsıkı sarıl ve onun gülüşlerinde daha çok kaybol.

Aktif ve Zinde Bir Hayat

Aktiflikten kastım kontrolsüz bir tempoyla oradan oraya koşuşturarak yaşamak değil kesinlikle.
Böyle yaşayıp da aktif olduğumu sandığım çok zamanlar oldu şüphesiz. Bu tarz bir hayat çok büyük bir enerji kaybını da, her manada, beraberinde getiriyor. Hayatındaki her şey, zaman, paylaşım, zihinsel üretkenlik, emek, para...giderek berketsizleşiyor, kontrolsüz bir rüzgarla oradan oraya savrulan yapraklar gibi hissediyorsun kendini. Kontrolü ele almak, yeni hedefler belirleyip yeni organizasyonlar yapmak ve teknenin dümenini mutlak ve mutlak sağlam tutmak gerekiyor. Hayat öğretiyor...Ben de zamanla, büyük ıstıraplar sonunda, asıl aktifliğin, önce zihinde sağlanan bir dinginlik, bu dinginlik üzerine önce hayatında var olan olumlu şartların maksimum kullanımıyla uyumlu doğru hedefler, bu senkronizasyondan ortaya çıkan pozitif enerji dönüşümü ile olumsuz öğelerin olumluya çevrilebildiği bir dönüşüm ve hepsinin birleşimiyle ortaya çıkan yeni yapılar olduğunu gördüm. (Yuh, amma da uzun bir cümle olmuş!)

Şimdi bu öğrendiklerime bir de AZ KONUŞMA'yı eklemek istiyorum!

AZ KONUŞMAK ama ÇOK YAŞAMAK, inandıklarını her fırsatta dile döküp milletin anlaması için kıçını yırtmak değil, OLDUĞU gibi YAŞAMAK...Ruhuna ektiğin her türlü filizin kendinde yeşermesine çanak olmak ve o güzelliği yaşayıp seyretmek....


2 Ocak 2011 Pazar

İç Hayatın Reçetesi

Hürriyet Pazar Eki'nde Osman Müftüoğlu'ndan "Aklınızda Bulunsun" başlığı altında temenniler...Hir biri ayrı bir yazı konusunu teşkil edecek kadar geniş içerikler...

Doyum Sağlayacak Kadar Amaç
Geçinebilecek Kadar İş
Temel İhtiyaçlara Yetebilecek Kadar Zenginlik
Sağlıklı Bir Akıl
Yeteri Kadar Şefkat
Kendini Sevecek Kadar Özsaygı
Muhtaç olanlara verecek kadar İyilik Duygusu
Zorluklarla yüz yüze gelecek kadar Cesaret
Sorunları çözecek kadar Yaratıcılık
Her an gülecek kadar mizah duygusu
İyi bir yarını bekleyecek kadar umut
Hayatı iyi yaşayacak kadar sağlık
SAHİP OLUNANLAR İÇİN ŞÜKRAN DUYGUSU

Yorgunluk

Yorgunum...Her şeyi bir anda ve birarada yapmaya çalışıyorum. Evde her iş bana bakıyor. Ctesi keyif yaptıysam, Pazar mutlaka evi temizlemek, çamaşırları yıkamak, ortalığı toparlamak, pazar işini halledip yemek işine soyunmam gerekiyor. Ve birini yaparken sürekli yapılacak bir diğer işi düşünüyorum. Bu da beni hem geriyor hem de çok yoruyor. Kıçına makina takılmış robot gibiyim resmen. Süpürge yaparken banyodaki paspasın silkelenmesi gerektiğini düşünüyorum, unutma sakın diyorum. Toz alırken Deniz'in öğlen ne yiyebileceğini düşünüyorum, o sırada çöp aklıma geliyor. Katı atıkları ayırmayı unutma diyorum. Bir odadan diğerine geçerken banyoya giriyorum, Deniz'in bisikleti ayağıma takılıyor, sinirleniyorum. Süpürgeye takılan minik oyuncaklarla kavga ediyorum. Vileda kovasına su doldururken portmantodaki dağınıklığı toparlamayı düşünüyorum. Mutfakta pazardan alınanları yıkayıp yerleştirirken bir kadeh şarap koyayım da şu güzel müzikle biraz gevşeyim derken, bacaklarıma sarılıp anne gel diye inleyen minik kuşla odasına biraz önce toparladığım oyuncakları dağıtmaya gidiyorum...orada kendi çapında küçük bir dağ olma yolunda ilerleyen ütüleneceklerle yüz yüze geliyorum. Hadi ütüyü takıp bir kuvvet başlayım derken, açık olan tv'de çocuğumun hangi programlarla karşılaşabileceğini düşünüyorum. Yarın pazartesi iş yerindeki işleri organize etmeye başlıyorum kafamda. Yürüyüşe çıkmak istiyorum, alev alev yanaklarımla Starbucks'a oturup, hiç kalkmadan bir 100 sayfa kitap okumayı düşlüyorum. Tolga ve Deniz seslenip hayalimin içine ediyorlar...
5 dakikalığına kıçımı kırıp ufak bir kaçış yaşadığım şu anda bile, geri planda yıkanacak çocuğumu, akşam yenecek yemeği, yarın havanın nasıl olabileceğini düşünüyorum...
Ha bir yandan da SLOW DOWN and DIVE INTO THE DEEPER WATERS demeyi ihmal etmiyorum, ama bu hızla bile 1 güne zor sığdırdığım bunca işi, bir de slown down modunda kaç günde yapabileceğimi düşünmeden edemiyorum. Neyse, denemeye değer, ne kaybedeceğim ki?
Yeni yıl için ilk hedeflerimden biri, haftada bir ev işlerini organize edecek bir yardımcı bulmak.
Yok böyle olmayacak, hem bana, hem Deniz'e, hem Tolga'ya yazık...Neticede onlarla geçirebileceğim zamandan da çalmış oluyorum bu işleri yapayım derken. Hayatta bazı şeyleri hakikaten parayı verip satın almak gerekiyor. Ben de buna alışmalıyım. Bu bir lüks değil tam aksine bir ihtiyaç...

Yılın En Güzel Saatleri

Çok severim her 1 Ocak sabahını...erkenden kalkarsın. ev halkı uyuyor. ortalıkta bir hiç yaşanmamışlık duygusu...sokaklar boş, caddeler boş, sahil şeridi boş, deniz trafiği boş, marketler, tekel bayileri, küçük kafelrr, dükkanlar...her yer kapalı. sanki koskoca şehir dün gece Yeni gelen Yılı kutlamadı da hep böyle dingin ve huzurlu...
Kahvaltıyı evde yaptıktan sonra güneşin sıcacık ışıklarından yararlanmak için aldık Noel Baba'nın getirdiği scooter'ımızı çıktık sahile...Tek tük insan, tek tük araba...şehrim bize kalmış, ne güzel!
Pazar günlerinin çılgın insan seline kapılmadan, güzel bir sabah kahvesi içtik, pelikanları izledik, denize taş attık, parka girip biraz eğlendik, yürüdük yürüdük yürüdük...güneşin sıcak ışınları içimizi ısıttı...Deniz'in anne baba seslenişleri arasında, 2010'un bir muhasebesini yaptık kendimizce... adettendir ya, mutlaka bir değerlendirme yapılır ve hatta 2011 için yeni ümitler, yeni hedefler, yeni kararlılıklar masaya konur büyük bir coşku ve hevesle. Sonrası hakkında bir şey yazmak istemiyorum, zira çoğunluk teori ile pratik birleşip de şöyle görkemli bir sonuç koy(a)maz ortaya...harbi yaşlanıyorum, umutlarım ne kadar azaldı...
bugün yine göz altımda belirgin bir şekilde "buradayım" diyen kırışıklıklarımla yüz yüze gelmenin derin acısıyla burkulu anlar yaşadım. ya bakışlardaki o küçülme, o yorgun bitkin ifade, o fersizlik...Ahmet Abiciğimin "sakın bu hayat neşeni kaybetme" dediği deli kız nereye gitti sahiden?