17 Aralık 2009 Perşembe

Ofis Düzenleme Çalışmaları


7 yıldır şu ofis masamı ve çevresini istediğim gibi düzenleyemedim gitti!

Garfield'lar astım olmadı, şans bambusu koydum olmadı, dergiler & kitaplar getirdim olmadı, melekli takvimler koydum, neşeli rengarenk kalemler aldım, yine olmadı. İstediğim o neşeli, cıvıl cıvıl, beni yansıtan görüntüyü bir türlü yaratamadım...

Eh tabii, insanın müdürü tipik bir Alman olunca ortamda estetik falan aramayacaksın, adamın her şeyi mekanik! Dümdüz, gösterişsiz, sade ama işlevsel...Hayata bile böyle bakıyor, ya siyah ya beyaz...grilikler çok az ve belirsiz onun için...Ama ama boğuyor beni, daralıyorum, bir süre idare ediyorum sonra başlıyorum yine inceden inceden çalışmaya...

En son çalışmalarım evdeki cd'liği ofise taşıdım. Sürekli müzik yayını yapıyorum. Bazılarını çok beğeniyor. Kendi çapımda küçük bir cafe yarattım, Starbucks'dan, Ikea'dan mug'lar aldım, latte, bitter çukulata, profiterol, günün indirimli pasta servisini yapıyorum. Çok hoşuna gidiyor. Ekranımın üzerine koca bir pano astırdım, günün sözü, günün fıkrası, günün çizgi romanı...ne bulursam takıp takıp çıkarıyorum. Habire ona da okuyorum, Allah'tan muhabetti çekiliyor da neşeli kimliklerimizle günü tamamlıyoruz. Bir de çiçekli kaktüsler aldım, birini ekranımın yanına, minik kuşumun fotoğrafının altına koydum. Çok yakışmış değil mi?
Ve beni up eden en son darbem: Masamın üzerine kocaman bir cam kestirip altına da National'dan alıp senelerdir sakladığım koca dünya haritasını sermek oldu!
Oh be! Acayip rahatladım! Her gün her gün yeniden bakıp, dünyanın bilinmeyen nerelerine nasıl gidebilirim, orada hayat nasıl yaşanır, insanlar oralarda neler yapıyorlardır, onların hayalleri kuruyorum.
Seyşeller, Caroline Adaları, Mascarene Adaları... sorun bana, söyleyim hemen yerini.
Bedava seyahat diye buna denir işte!!!

10 Aralık 2009 Perşembe

Kitap Okumak


Kitap okumayı çok seviyorum çünkü,

Sabit fikirlerim yerle bir olup esneyebiliyor...
Düş dünyam zenginleşiyor...
Kelime hazinem genişliyor...
Eleştirel zihin faaliyete geçiyor...
Bir sürü bir sürü -kimi gerekli kimi gereksiz- şey öğreniyorum...
Kendimle baş başa kalabiliyorum...
Sayfalar üzerine not düşmeyi, sorular sorup yanıtlamayı seviyorum.
Okuduklarımı uygulama arzusuyla hızla eyleme geçiyorum...
Kitaplığımı açıp seyretmeyi çok seviyorum...
"Best"lerimi alıp tekrar tekrar okumayı çok seviyorum çünkü her seferinde daha önce fark etmediğim başka bir şeyi fark edebiliyorum.
Deniz'in her birini büyük bir istekle yere indirip tekrar raflara koymaya çalışmasını izlemeyi çok seviyorum...
Bir kitabı elime alıp içinden alıntılar paylaşmayı çok seviyorum...
Karakterlerle özdeşleşip onların duygularına ve hayatlarına dokunabilmeyi çok seviyorum...

Ama ama İnternette kitap okumayı hiç sevmiyorum!!!!

2009'un benim için bestseller'ını açıklıyorum: ÖZGÜRLÜK OKULU, A.S. Neill


8 Aralık 2009 Salı

Down & Up

Bu aralar yine down olmuş bir moddayım...bedenim koşuştururken ruhum sanki ağır çekimde yaşıyor...hiçbir şeyden tat almıyorum, hayaller, planlar, projeler, umutlar...hepsi çok yüksek raflara kalkmış gibi. Yeni bir yıl geliyor oysa, heyecanlanmak, geçmiş yılın iyi bir muhasebesini yapıp, yeni hedeflere gözleri dikmek lazım ama yok yok yok...bir türlü UP olamıyorum, bana bir kaldıraç lazım ama ne?

Hayallerini satan fakir kızın öyküsünü biliyor muydunuz siz?
Öyle yoksulmuş ki kızcağız, bir lokma ekmeğe muhtaçmış.
Bir gün bir ilan görmüş:
"Hayallerinizi satın alıyoruz." diyormuş.
Düşünmüş, taşınmış, "Satamam, başka hiçbir şeyim yok" demiş.
Ancak sonunda açlık ağır basmış, gitmiş hayallerini satmış.
Sonra...
Günlerce gözüne uyku girmemiş.
Hayat anlamını kaybetmiş. Ölesiye mutsuzmuş.
Daha fazla dayanamayacağını anlayıp hayal tacirlerine koşmuş:
"Vazgeçtim" demiş, "Geri verin hayallerimi!..."
Gülmüş hayal tacirleri:
"Çok geç küçük kız" demişler, "Sattık onları biz... Yeni sahipleri çoktan gerçekleştirdiler bile hayallerini..."

Hayallerimi kaybetmek istemiyorum ben, onları geri istiyorum!!!

7 Aralık 2009 Pazartesi

Little Pleasures....

Please...while you can...
Take time to enjoy all the little pleasures that God has provided for you...
If you need some hints...
Go back and read this again!

16 Kasım 2009 Pazartesi

Tempo

Ne tempo ne tempo...tam 12 gün olmuş bloga dokunamayalı.

İş, ev, çocuk, spor, alışveriş, sosyal hayat...derken kaça bölüneceğimi şaşırmış durumdayım.
Tam da bu durum üzerine Elif Şafak'ın yazısı cuk diye oturdu.

Elif Şafak annesine mesaj atmış neden beni altız doğurmadın, hiçbir şeye yetişemiyorum diye.
Kendinden en az 6 tane klonlamak istiyormuş, eşi de "Allah Korusun" demiş !
Ben de aynı talepte bulunuyorum dedim Tolga'ya. Adamın beti benzi attı.
"1 tanesiyle nasıl başedemediğimi gören büyük Allah'ım sen böyle bir eylemden beni koru" oldu yorumu.
Pis nankör dedim, hayatını bunca kolaylaştıran bir kadından 6 tane daha isteyeceğine Allah'tan koruma istiyorsun...zaten güzellikten anlamazsınız siz erkekler, odunluk var genlerinizde dedim, gülüştük...

Bu evlilik ve ebeveynlik işinde bir enayilik var kesinlikle.

Erkeğin bir günü:
Sabah işe gider, çalışır, akşam eve gelir, duş alır, pırıl pırıl sofrasına oturur, afiyetle pişmiş yemekleri mideye indirir, çocukla oynar, uyutur. Aynı anda kendisi de uyur. Sabah askıdan temiz ütülenmiş kıyafetlerini alıp elini kolunu sallaya sallaya yine işe gider.

Kadının bir günü:
Gece çocuk uyanmalarıyla bölük pörçük olmuş bir uykudan gülen bir yüzle uyanıp ufaklığına sarılır.
Kuala gibi üzerine yapışmış bir çocukla aynı anda elini yüzünü yıkar, giyinir, yatak toplar, lattesini yapıp çantasını hazırlar. Çöpleri atmayı yine unutmuş eşine iltifatlar yağdırarak çöpleri organize eder.
Dolabın ve ufaklığın eksiklerini tespit edip, günlük yapılacaklar listesini update eder.
Koşa koşa vapura yetişir. Çok özel 10 dakikasında kitabını okur. 9'a 10 kala çalmaya başlayan telefonlarla işe günaydın deyip akşam 6'ya kadar bilumum çeşitlilikte insanla konuşur, yazışır, kavga eder, eğlenir. Öğle tatilinde koşa koşa spora gidip karın bölgesine yerleşmiş simidinden kurtulmaya çalışır. Ödenecek faturaları & kredi kartı ekstrelerini düzenleyip ödemeleri yapar. Özlenen eş dost akrabaya hatır sorar. Kendine iyi gelen birkaç blogu takip eder. Gazetelere göz atıp gündemden bihaber kalmamaya gayret eder. Annesiyle konuşup, çocuğun günlük durumu hakkında bilgi alır, talimat verir :))) İş çıkışı muhakkak market ziyareti yapıp, kol kaslarını geliştiren torbalarla eve dönüş yolunu tutar. Spor olsun diye asansörü kullanmayıp, 4 katı yürüyerek çıkar. Evin kapısı açılır açılmaz oyun isteyip naz yapan dünyalar tatlısı bir çocukla azar: at olur, eşek olur, araba olur, hokkabaz olur, zıplar, döner, dans eder, ne istenirse o kılığa girmek için kendini paralar. Alınanları dolaplara yerleştirir. Koca gelir, çocuk kocaya pas edilip çamaşır makinesine çamaşır koyar, banyosunu temizler, sofra hazırlar. Meraklı çocuğa tencere içindeki tüm yemekler tanıtılır, çeşitli yaratıcı aktiviteler eşliğinde en az yarım saat yemek seromonisi yönetir. Kurulan sofrayı kaldırır, mutfağı toplar, bir sonraki günün yemeğini orgazine eder, çocuğun dolabını şöyle bir gözden geçirir, çamaşırları asar. Kocanın bir sürü sorusuna cevap verir. Tam kıçını koltuğa koyup şöyle derin bir nefes almak üzereyken bir bakar ki değil gün gece bile bitmek üzere...Bu arada kafada bitip tükenmek bilmeyen diğer işler, projeler, okunacak kitaplar, makaleler....

Ne kapasite var biz kadınlarda maşallah...Bizim 1 günümüz=erkeklerin 3 günü!

Bu aralar psikopata bağlamış durumdayım yine: neden ben bu kadar yoğunken Tolga bu kadar rahat diye. Aslında cevabı çok iyi biliyorum ama okşanmaya ihtiyacı olan sevgili EGOM bu cevabı asla duymak istemiyor: Seçimlerinin sonucunu yaşıyorsun sevgili Ebrucum!

4 Kasım 2009 Çarşamba

(Mim)lenmek

Sevgili Selen beni mim'lemiş...bu mim'lenmek bu ara bloglarda yeni moda bir şey anladığım kadarıyla. Takip ettiğim kim varsa mim'leniyor:))) söylemesi bile hoş: mim'lenmek!

Ana tema çocuğunuzun ilginç bulduğunuz 7 özelliğini yazmak. Benim 13 aylık ufaklığımın karakteristik özellikleri henüz oturmamış olsa da kendi çapında ilginçlikleri var elbet ama sanki bana bunlar her çocuğa ait özelliklermiş gibi geliyor. Mesela....

1. Çok meraklı olmak...tencerede ne var, buzdolabında ne var, çamaşır, bulaşık makinesinin içinde ne var, tuvaletin içinde ne var, portmantoda ne var...gibi kapalı bilumum alanı eşelemeye çalışmak.
2. Evden ayrılan herkesin arkasından dışarı çıkabilmek için ayak yapmak.
3. Evin içinde arı gibi vızıldarken kapının dışında arabasına bindiği anda dünyanın en mutlu çocuğu olmak.
4. Otları yolmak ve toprakları avuçlayıp dakikalarca incelemek.
5. Merdivenleri hiç sıkılmadan defalarca inip çıkmak, dön çık, dön çık, dön tekrar çık...başım dönüyor a çocuğum...ben 35 yaşında bir anneyim :)))
6. Kendi menüsünü beğenmeyip etrafın yediği her şeye abone olarak insanların vicdanlarını sızlatmak: ah aç bırakmışlar çocuğu, ver kızım ver yesin....
7. Ih Ih Ih gibi iki harfle bütün isteklerini anlatabilmek....ve daha bir sürü şey. Eminim giderek de çeşitlenerek çoğalacak. Kendi kişiliği oturmaya başladığı zaman kendine özgü daha farklı şeyler yapabileceğini düşünüyorum ve o günleri şimdiden çok merak ediyorum.

Deniz'cim seni çok seviyorum annecim!

30 Ekim 2009 Cuma

Kriz Bahane

Dün açıklanan verilere göre Amerikan ekonomisi üçüncü çeyrekte %3,5 büyümüş!
Çok iyi rakam !

Daha dün tüm dünya ekonomisini yerle bir eden krizin Oscar'lı başrol oyuncusu, sanki dalga geçer gibi iki çeyrek sonra büyüme açıklıyor! Vay be! Meğer bu kadar kolaymış...

Bu krizin tamamen sanal bir kriz olduğuna, birilerinin cebinden çıkan büyük paraların başka birilerinin cebine aktığına daha nasıl inanacağız, bilemiyorum....

Kriz bahane. İthalat deli gibi arttı, nefessiz çalışıyoruz. Gelen gidiyor gelen gidiyor.

Dün markette baktım, kendim de dahil olmak üzere, bu nasıl bir tüketim çılgınlığıdır yarabbi dedim. Sanki dünyanın sonu gelmiş de kıtlık başlayacakmış gibi alışveriş yapıyoruz. Park yeri bulmak imkansız. Kaldırımlarda yürümek imkansız. Trafikte sövmeden ilerlemek imkansız. Her yer araç dolu. Benzinin litresi 3.30'a dayandı, kriz var ama herkesin altında arabası da var, hem de cillop gibi. Hele şu jeep'leriyle şehir içinde dolaşanlar yok mu, küfürün en büyüğünü onlara sallıyorum. 2500-3000 motorlarıyla hem gürültünün hem kirliliğin hem de görgüsüzlüğün en büyüğü onlarda. Atmosfere saldığımız karbonmonoksit gazını bir düşünsenize...

Eve varınca arabayı hemen garaja park ettim, küçük oğlumu aldım, hala Karşıyaka-Bostanlı arasında çalışan ve ismine "Besleme"(!çok güldürür beni) denilen minik otobüslere binip kendimi sahil şeridine attım. Otlarda yattık, kalktık, zıpladık, düştük, top oynadık, balon patlattık, çeşitli ot yolma ve toprak avuçlama tekniklerini deneyip tırnak içlerimize kadar battık. Hava kararınca tekrar küçük besleme otobüsümüze binip stressiz ve mutlu bir şekilde evimizin önünde indik! Minik oğluş şöför amcasıyla da tanışmış oldu böylece...

Toplu taşım araçlarında insanların yüz ifadelerini izlemeyi çok seviyorum...Çok dokunuyor bana...

Herkese iyi tatiller...

23 Ekim 2009 Cuma

Son 2 gün

Evet, asabiyim bugün, üstelik gergin ve hırçınım. Önüme gelene çatıyorum, fırçalıyorum...

Neymiş, Pazar günü saatler (1) saat geri alınacakmış!

Benim gibi gün ışığına aşık ve sıkıntılı tipler için bu ne demek, biliyor musunuz?

İşten karanlıkta çıkmak demek!
Güneşi daha az görmek demek!
Haftasonu çıkılan doğa gezilerinden 17-17.30 gibi dönmek demek!
Yapraksız kalan ağaçları hüzünle izlemek demek!
Evde ışıkları daha çok açmak demek!
Dört duvar arasına daha çok mahkum olmak demek!
Kazak, mont, çorap, bot...giymek demek!

Offf offf, gelmekte olan kışı hiç sevmiyorum.
İzmir'de de kış mı olur demeyin, kış her yerde kış neticede.

Şimdi bütün konsantrasyonum 21 Aralık'ı kovalamak üzerine olur, 22 Aralık'da günler 1 dakika uzamaya başlayacak yaa, yaşasın yaşasın diye bir garip sevinç hali alır beni.

Hele bir de Ocak'da Nuraycım ofise döndü mü, sevincimiz ikiye katlanır, iki arkadaş gelmekte olan bahara kocaman bir kucak açar, salarız kendimizi doğaya...

Şu kışı sevenler söylesinler bakalım güzelliklerini de biraz motive olalım...

19 Ekim 2009 Pazartesi




Zaman(sız)lık

Minik kuş gözlerini gökyüzüne çevirmiş, havada uçuşan ekmek kırıntılarını kapma yarışındaki martıları keyifle izleyedursun, annesi de elinde not defteri "şu şu şu yapılacak" diye günü programlamakla kafayı kırmak üzere....

Hiçbir zaman anlaşamadım şu akrep ve yelkovan arasına sıkıştırdığımız ZAMAN olgusuyla. Hep bir savaşım oldu, hep bir kavgam... Hayır, bir şey değil, bir miting yapsalar, en ön saflarda bayrak tutacağım ama benim gibi takıntılılar ona da sığdıramazlar eylemlerini, az gelir 24 saat, eksik kalır bir şeyler, kafadaki teller eksik ya, ondan...

Hakikaten hangi sivrizekalıdan çıkmış 1 günü 24 saate, 1 saati de 60 dakikaya sığdırmak, anlamıyorum. Greenwich palavraları da beni hiç bağlamıyor. Serbest bırakın kardeşim, herkesin kendi zamanı var hatta zaman(sız)lığı var ama yok ille bir şeyleri bir şeylere tıkıştırıp düzen sağlama hastalığı var ya biz insanlarda, ZAMAN'ı da düzenleyeceğiz sonra da ortaya benim gibi mavi hapı yutup Zaman'la kavga eden tipler salacağız. Yok yok birilerinin planı fena işliyor, buna bir STOP demek lazım!

Anlık bir farkındalıkla attım defteri çantama, çevirdim objektifimi gökyüzüne, bir oraya bir buraya kaçışan bulutlarla biraz saklambaç oynadım.

Var olan ZAMAN sadece senin ZİHNİNDE dedi bir ses, afalladım!!

15 Ekim 2009 Perşembe

Askılı Bluz

Bulutlu ve yağmurlu bir günde Askılı Bluz giyebilme özgürlüğünü yaşayabileceğin en güzel yer İzmir'dir Türkiye'de bence!

Damlalar yere düşer düşmez bir bakarsınız kimi İzmirli bot, kimi çizme, kimi pardesüsünü geçiriverir üzerine, kimi de benim gibi Askılı Bluz, etek ve açık ayakkabılarıyla gelmekte olan kışa meydan okurcasına salınır İzmir sokaklarında.

Büyük bir özgürlüktür benim için Ekim'de Askılı Bluz ve açık ayakkabı giyebilmek..her hücremin o taze ve serin havayı hissetmesini isterim, parmaklarım botların içine sıkışmadan olabildiğince hür bastığı her yeri hissetsin isterim, ürpermek ama yine de mis gibi yosun kokusunu burnuma çekmek isterim...

Güzeldir İzmir'im, çeşitlilik boldur: etek altında siyah mus çorapla bidicik kot şortları aynı anda görebilirsiniz. Biri şemsiye bulma telaşı yaşarken, bir diğeri umarsızca teslim eder kendini yağmura. Kimi aman ıslandım telaşıyla yıkılırken kimi benim gibi sulara basıp çocukluk günlerine dönmekten zevk alır. Kimi sıcacık bir çaya hasretken kimi yağan yağmur altında buz gibi birasını yudumlar koyu bir sohbetle. Kimi cama vuran yağmur damlacıklarını izler, kimi Kordon'da bankları tercih eder yağmurun deniz üzerinde bıraktığı izlere hikayeler yazmak için...

İzmir'de yaşamayı çok seviyorum çünkü burada Deniz var! Gökyüzü var! Bolca Güneş var! Vapur var! İnsanların yüzlerinde tebessüm var! Karşıyaka Mavişehir arasında harika bir sahil şeridi var! Yürüyerek gidilebilecek bir sürü mesafe var! Bisiklet kullanabileceğin güzergahlar var! Öğle tatilinde spor yapabileceğin sosyal alanlar var! Tazecik otları ve meyveleriyle semt pazarları var! Hatta bir de meşhur BOSPA'mız var!

Kısacası İzmir'de hala keyifle yaşanmakta olan bir hayat var!

12 Ekim 2009 Pazartesi

The Weekend

Nihayet bitti!!

Bir gün gelip de haftasonun biteceğine sevineceğimi söyleseler, "de git, bu nasıl saçma bir önermedir" derdim ama boşuna dememiş büyüklerimiz "büyük konuşma" diye.
Hayat yaşatıyor insana; nasıl mı, aynen şöyle....

12 aylık, azı dişi patlamak üzere, burnu akıp öksüren, ne istediğini bilmeyen, kucaktan inmemek için sürekli vızıldayan, ıh ıh ıh diye her şeyi gösterip salise hızıyla bir diğerine geçen, yürürken düşünce yaygarayı basan, kahkahalarla oyun oynarken aniden bağırıp ağlamaya başlayan, altını açarken sanki kendisine işkence yapıyormuşuzcasına ortalığı birbirine katan, yatağına yatırdığınız anda kendini yatağın iskeletlerine çarpıp duran, gece defalarca uyanıp, yatağında oturup yarım saat hiç durmadan ağlayabilen, ne kucakta, ne yatakta durabilen....bir ufaklığınız varsa, haftasonunun bitip Pazartesi'nin gelmesine ancak ve ancak sevinebilirsiniz.
Hatta ofise koşa koşa gidersiniz oh be biraz dinlenebileceğim diye....

Yarabbi ne büyük sabır, hoşgörü, anlayış, empati, şefkat, emek... gerektiren bir şeymiş bu çocuk yetiştirmek. Yani ne diye 35 yaşında doğurduğuma şaşmamak gerek, bu kadar ertelememin varmış bir sebebi...28 yaşındaki ben bu meziyetlerin hangi birini yüzde kaç oranında tezahür ettirebilirdi, hiç bilemiyorum.... O zamanlar varsa yoksa BEN, varsa yoksa KENDİ önceliklerim!
Şimdi önce ÇOCUK, sonra ev, en son kendim ama bu da bir yere kadar işliyor(en azından bende) sonra benim kendi dengelerim şaşmaya başlayınca her şey alt üst olup hepimizin hayatı kayıyor...Onun için mümkün olduğunca KENDİM'i de unutmamaya çalışıyorum. Acayip kompleks bir konu bu: annelik kimliği & kadın kimliği & sosyal kimlik arasındaki DENGE. Özellikle çocuklar küçükken bu kimliklerin sınırları falan kalmıyor sanırım, hepsi birbirinin içine girip çıkıyor, kimi yerde eriyor, kimi yerde baskınlaşıyor, girift bir süreç ama sübjektif tabii. Herkes farklı yaşıyor olabilir ve herkesin realitesine saygı duymak gerekir.

Ben "normal" bir tip olmadığım için yaşadıklarım da hiçbir zaman "normal" olmuyor.
Artık inanıyorum, ben bir uzaylıyım!!!!! :)))))

9 Ekim 2009 Cuma

Var Olmayı Seviyorum !


Dün akşam güneşin son güzel ışıklarından faydalanmak için kendimi apar topar ofis dışına attım.

Öyle güzel ki İzmir'de bu sonbahar akşamları...Yazın aşırı sıcaklardan deniz ve güneşin birbirine ne kadar yakıştığını unutabiliyorsunuz ama sonbahar bir başka keyif ve güzellikte oluyor...

Vapurda üst kata çıkıp kendimi güneşe verdim, gözlerimi kapadım, havayı her zerresine kadar içime çektimmmm...Rüzgar saçlarımı ve tenimi hafiften yalarken VAR OLMAK çok kıymetli, çok özel bir şey dedim. Bir bilinç hali ama her zaman farkında olamadığımız, gelip geçen zamana sorgusuzca kendimizi teslim ettiğimiz aslında bir nevi uyku hali.

Ara ara yaşadığım bu anlık uyanışlar benim için bir nevi ŞÜKÜR hali olur hep.

Şükrederim, bugün, burada, hayatımdaki her şeyle birlikte var olduğum için. Bunu şu an'da fark edebildiğim için...bu an'dan sonrasına daha farklı bir şuur haliyle bakabileceğim için...

Bu şuur halinin etkisiyle kendimi eve zor attım; beni görünce neşe çığlıkları atıp şımarıklıklar yapmaya çalışan minik oğluma sımsıkı sarıldım sarıldım sarıldım... İyi ki varsın, iyi ki bu minik beden ama kocaman ruhunla hayatımdasın, SENİ ÇOK SEVİYORUM dedim. Birlikte döndük döndük döndük, kahkahaları hayatıma hayat kattı.

8 Ekim 2009 Perşembe

hoşgeldim....

Tam iki ay olmuş blogda tek bir tuşa bile dokunmayalı...

Genel bir yılgınlık bir isteksizlik var üzerimde an'ı yaşamaya dair...

Böyle hep geriye çekilmek ve olan biteni dışarıdan izlemek gibi bir durum hasıl oldu ama yok bu da bana göre bir şey değil, böyle disassociate takılmaya devam edersem tembel ve ruhsuzun biri olup çıkacağım ki bu da öz'üme aykırı bir state yani... bir an önce canlanmalı, hayata sıkı sıkıya sarılmalı ve yeni yolculuklara yelken açmalıyım tıpkı blog resmimdeki gibi...

Yeni bloglar keşfettim bu süreçte...müthiş insanlar var, yaratıcılık, mizah, zevkler, kültürler, seyahatler, çalışkanlık, tutku, edebiyat, yemek, fotoğraf...acayip bir dünya bu blog dünyası. çok keyif alıyorum izlemekten (fazla izlemekten işin içine girmekte geç kalıyorum, o ayrı mesele)

Blogunu her gün güncelleyen ve derli toplu tutan insanların temposuna hayranım hele de iki çocuk sahibi olan anne ve babaların!

Ben de canlanmaya, her ne olursa olsun, kendime hiçbir mazaret uydurmadan blogumu güncellemekle başlayacağım. Dijital günlüğümü kendi kendime besleyeceğim (ne büyük keyiftir o geçmişe dönüp şimdiki senle geçmişteki sen arasındaki uçurumları görüp tebessüm edebilmek). Duygularımı, düşüncelerimi, umutlarımı, hayalkırıklıklarımı, planlarımı, arkadaşlarımı, ailemi...sahip olduğum kendi içsel gökyüzümü dijital bir hafızaya kaydetmeye çalışacağım. Ve bir gün geri dönüp vay be diyeceğim gelecek zamanı yaşayacağım...

Nihancım, artık iç uzayımdan daha sık haberdar olabileceksin:)))

Şimdi gidiyorum.



3 Ağustos 2009 Pazartesi

Şaşkınlık...

Bir insan herhangi bir şey karşısında şaşkına dönüp tiksinti duyuyorsa, bu onun en çok ilgilendiği şeydir. 
Aşırı erdemli kişi, çıplak ruhuyla yüzleşmeyi göze alamayan bir töretanımazdan başka bir şey değildir.

A.S.Neill, Özgürlük Okulu'ndan...

Yığınlar

Toplum yapısı özgürlüğe düşmandır. Toplum yani yığınlar yeni düşünceler karşısında tutucu ve nefret doludur.
Moda, yığınların özgürlük karşısında duyduğu nefreti simgelemektedir. Yığınlar tekdüze benzerlikten yanadır.
Ve biz bireyler, yığınların aptalca kurallarını serinkanlılıkla kabulleniriz.

A.S. Neill, Özgürlük Okulu'ndan...

özdüzenleme

Özdüzenleme, insan doğasının iyiliğine inanmaktır; bu, ilk günah diye bir şeyin olmadığına duyulan inançtır.

A.S.Neill

cinsellik

Sevgi dolu cinsellik, dünyada elde edilebilecek en büyük hazdır ve işte bunun için bastırılır. Gerisi boş yalandır.

A.S.Neill

özgürlük okulu

Çocuğun işlevi kendi yaşamını yaşamaktır- kaygılı ana babasının onun için gerekli gördüğü yaşamı ya da en iyisini bildiğini sanan eğitimcinin amacına uygun yaşamı değil. Yetişkinlerin çocuğun yaşamına karışıp onu yönlendirmeye kalkışması, bir robotlar kuşağının yetişmesinden başka işe yaramaz.

A.S.Neill

30 Temmuz 2009 Perşembe

Öfke bizi benliğimiz hakkında daha çok, diğerleri hakkındaysa daha az uzman olmaya yönelttiğinde, bir değişim aracı haline gelir.

Öfke Dansı, Dr.Harriet Lerner

24 Temmuz 2009 Cuma

Viva la Vita !

Beni yavaşlat Tanrım!
Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliğiyle rahatlat.
Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!
Bana, güncel kargaşanın ortasında,
Tepelerin ölümsüz sakinliğini ver...

Bir çiçeğe bakmayı,
Eski bir dostla sohbet etmeyi ya da yeni bir dost edinmeyi,
Yolunu kaybetmiş bir köpeği okşamayı;
Ağ yapan bir örümceği izlemeyi;
Bir çocuğa gülümsemeyi;
İyi bir kitaptan birkaç satır okumayı -ve-
Yarışın daima daha çok hız için olmadığını anımsat her gün bana,

Yavaşlat beni Tanrım!
Ve bana ilham ver
Köklerimi,
Yaşamın katlanılan değerler toprağının
Derinlerine göndermek,
Kaderimdeki yıldızlara doğru -daha çok-
Büyüyebilmek için...

Herkese güzel bir gün diliyorum, Yaşasın Hayat!

23 Temmuz 2009 Perşembe

Aşk

Akıl ve mantığın hudutları gayet keskin olabilir. Ama aşkta tüm sınırlar ve ayrımlar silikleşir.

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. "Aman sakın kendini" diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: "Bırak kendini, ko gitsin!"

Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Aşk

"..... ilk başlarda araya bir mesafe koyabileceğini, yüreğini kontrol altında tutabileceğini zannedersin. Oysa rüzgar sandığın fırtınadır. Sınır sandığın yer oynak ve kaygan bir zemindir. Bir bakmışsın, farkında bile olmadan açılmış, karadan uzaklamışsın. Okyanusun tam ortasındasın.
.....koca bir ömrü haddimi bilerek geçiren ben, bir kere de olsa hudutlarımı aşmak istiyorum. Cesaretim beni şaşırtıyor. Tabi eğer bunun ismi cesaretse.... "

Aşk

"Aşkın olduğu yerde, er ya da geç ayrılık vardır."

Hamleler

"Hayat da tıpkı satranç gibi. Bazı hamleleri kazanmak için yaparsın, bazı hamleleri de sırf oyunun akışı bunu gerektirdiği, doğrusu bu olduğu için yapar ve yenilirsin."

Aziz Zahara, Aşk Şeriatı

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Sıcak bir yaz gecesi daha sonlanıyor...gözkapaklarım ağırlaşıyor...uykunun tatlı rehaveti beni çağırıyor...

Yenilenmek

"Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım" diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık.
Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli."

Aziz Zahara, Aşk Şeriatı'ndan Otuz Sekizinci Kural