21 Ekim 2010 Perşembe

Rüya

Dün akşam rüyamda şahane bir ev gördüm yani tabii bana göre şahane. İçi eski falan ama denize bakan bir yamaçta, yemyeşil bir bahçesi, kocaman balkonu var, 2 oda 1 salon ama hiç fark etmez, biz buraya sığarız diyorum Tolga'ya. Salondan balkona açılan bir kapı var, oradan adımınızı attığınız anda sanki gökyüzü ve denizin birleştiği ufuk çizgisinde yaşıyormuşçasına bir sonsuzluk duygusuna kapılıyorsunuz, o kadar etkileyici. Zaten bu manzaradan sonra ben kararı vermiş durumdayım, hemen taşınıyoruz! Selmacım pazarlık yapıyor, ben kendimden geçmiş durumdayım, öylesine mutluyum...

Kıçım açıkta da kalmış olabilir tabii ama geçenlerde gördüğüm rüyanın 3 gün sonra aynen başıma gelmesi, kimbilir, bu da bana hayatın güzel bir sürprizi olabilir umuduyla beni pek bir hoşnut etti.

Giderek Tatsızlaşan Şehrim Üzerine...

Tatsız geçen bir Pazar gününün üzerimizdeki etkilerini dağıtmak ve eğlenceli bir şeyler yapmak adına öğleden sonra İzmir Doğal Yaşam Parkı'na gidelim dedik ve büyük bir hayalkırıklığıyla bir daha gitmemek üzere bu sayfayı kapattık.
Benim güzel şehrim İzmir'imin "doğal" adı altında kalan birkaç parça yeşil alanı, kesinlikle gerçek İzmir'li olmayan, ne kendine ne çocuğuna ne çevresine ne de içinde yaşadığı dünyaya karşı en ufak bir saygısı olmayan, sorumsuz, pis, kaba, bencil insanlarca talan edilmekte olduğunu gördük!
Karşılaştığım insan manzaralarını yazsam karikatür mü gerçek mi ayırt edemezsiniz...yemek yediği masanın altına tükürüp ayağıyla ezen 60 yaşlarında dede mi istersiniz, son model türbanlarını takıp güruh halinde sipariş kuyruğunda birbirine bağırıp çağıran aileler mi istersiniz, baba tepeleme ketçap ve mayonezle süslediği patates kızartmasını kendinden geçmiş bir şekilde yerken, 5 yaşlarında çocuğu ayranı döktü diye onu döven bir anne mi görmek istersiniz, peçeteleri üçer beşer koparıp yer dekorasyonu olsun diye yerlere fırlatanları mı istersiniz ya da güzelim zürafaya muzlu gofret yedirmek için görevlinin ikazlarına rağmen kendini paralayan yetişkinleri mi...
İnanamadım, bu insanlar İzmir'li olamaz dedim, acayip pasifize oldum, moralim bozuldu, çocuğumuza yaşayarak vermeye çalıştığımız pozitif değer ve güzel ahlak normlarının başkaları tarafından nasıl da acımasız bir şekilde çiğnendiğini görmek beni çok ama çok üzdü.
Üstelik daha bir gün önce, küçük vapur yolculuğumuzda bize şu anki karşıyaka nikah dairesi önünden denize girilen, komşu bahçelerin dalından "çaldıkları" (ne büyük bir zevktir, bilirim!) taze meyveleri büyük bir keyifle yiyebilen, konu komşu herkesin akşam kapı önünde birbiriyle samimiyetle paylaştıkları çay saatlerini ve sohbetlerini, yazlık sinemalardaki tahta sandalye ve gazoz saatlerini gözlerinin içi gülerek anlatan tatlı mı tatlı, erdemli mi erdemli, aydınlık yüzlü, temiz düşünceli, eski Karşıyakalı, tam bir beyefendi dedemizle yaptığımız içimi ferahlatan bir sohbet yapmışken...bir gün sonra karşılaştığım bu manzaralar, yaşamakta olduğum güzel şehrimin içinde giderek yalnızlaştığımız hissini epeyce derinleştirdi bende...hakikaten kutuplaşmalar artıyor bu ülkede...birileri birileri yüzünden daha da uçlara doğru çekiliyor giderek...nerede bütünlük, nerede insanlık, nerede toplum...

18 Ekim 2010 Pazartesi

Yağmurlu İzmir günleri

yine başladık...çok istemiştim ya, yeter artık bu sıcaklar, kış gelsin diye, aha işte göründü...
yağmur değil de problemim, karanlık gökyüzü :(((
sabahtan beri durmaksızın yağıyor, saat ha sabah dokuz ha akşam dokuz, öylesine karanlık ki, fark edilmiyor...yağmur çizmelerini çıkarma zamanı gelmiş demek ki...tril tril yazlık eteklerimin altına da pek bir kro olacak ame...

15 Ekim 2010 Cuma

2.Doğumgünümüzden kareler



Deniz mi kutluyor anne babası mı belli değil!
Öyle bir azim ve şevkle üflemişiz mumları

Deniz 2 Yaşında!

Ben geldim!

Bir iki değişiklik yapayım alelacele de geldiğim belli olsun dedim :)))

Ta 4 Haziran'dan 15 Ekim'e kadar...dile kolay koskoca 4 ay!
Ay ben bu blog tembelliğimi nasıl adam edeceğimi bilemiyorum.
Şu takip ettiğim arkadaşlara bakıyorum da, mesela Pratik Anne, neredeyse her gün her koşulda bloguna iki satır da olsa bir yazı düşüyor. Sonra Asliberry, sonra PrimaRima, sonra Pinik Kuş...vallaha hayranım tempolarına. Çalışıyorum, çok yoğunum, çocuğum var bahaneleri de artık çok bayat be! Herkesin hayatı yoğun, herkesin çocuğu var, hatta bazılarımızın allah sağlıklı ömürler versin, 2 tane var! E ben, bunalım takılıp organize olamamaktan şikayetle hala aynı kısır döngü içinde gelip gidip aynı şeyleri tekrar ediyorum. Ha gayret, bir göreyim seni! Zaten kendi içsel varlığım için de şiddetle bir re-organizasyona gerek duyuyorum, yoksa gelmeye başladılar soldan soldan!

Neyse efendim, bu sene, çocukluğumdan beri ilk kez "artık ne olur yaz bitsin, kış gelsin!" dediğimiz bir yaz geçirdik İzmir'de...Yakın çevremdeki herkes pek bir hayretle baktı bana, bu kışın ne kadar tehlikeli geçebileceğini sezmiş olsalar gerek:)))

Neler yaptık 4 ayda?
3 ayımız çoğunlukla İzmir Foça İzmir ekseninde kilometre yapmakla geçti.
Deniz şahane bir yaz geçirdi Foça'da anneannesi ve dedesiyle...her gün deniz, tekne, kum, balık, bisiklet, koşmaca, tırmanmaca, saklambaç derken hem fiziksel hem de ruhsal bakımdan epey büyüdü gelişti. Dili çözüldü, papağan gibi her şeyi tekrar etmeye başladı, diyaloğumuz sevimli bir şekilde arttı. Çocukların gelişimini izlemek, anne ve baba için dünyada alınabilecek en büyük hazlardan biri olsa gerek...o kadar mutlu o kadar sevimli o kadar tatlı varlıklar ki...

Sadece Deniz'in rahatı ve mutluluğu için katlandığımız Foça günleri, Tolga ve benim içinse azap haline geldi. Üniversiteden beri anne baba hegomonyasından bağımsız yaşayan benim gibi bir tip için, onlarla bir şekilde ortak hayatı paylaşma zorunluluğumuz beni acayip bunalttı.
Temmuz'da 3 kişilik çekirdek aile olarak Assos taraflarına tatile gittik...Tolga'ya da, bana da, Deniz'e de çok iyi geldi. Kuzucum alıştı afsalt düşkünü anne ve babasıyla oradan oraya gezmeye, hiç arıza çıkarmadı yavrum. Tatil dönüşü ayrılmak zor oldu ama, içimiz sızladı onu tekrar Foça'ya bırakıp İzmir'e dönerken... allahtan ki yakın mesafe de akşamları gidebiliyoruz, tabii benzin fiyatları yüzünden bu sene onu da sınırlamak zorunda kaldık!

Birkaç kitap okuyabildim vapur yolculuklarımda. Maria Montessori'nin Annelik Sanatı'nı, Tony Humphreys'in Çocuk Eğitimin Anahtarı:Özgüven'i, Dr.Harvey Karp'ın Mahallenin Mutlu Yumurcağı'nı, OSHO'nun Çocuk kitabını ve sevgili Tamer Hoca'mın evirip çevirip defalarca okumaktan bıkmadığım Türkiye'den NLP Uygulamalarını ve pek tabii ki Milton Erickson'un Hipnozle Terapi Semineri'ni...sanki bir şeyler daha okudum ama hatırlamıyorum şimdi...kitaplar üzerine kesinlikle analizci yazılar yazmak gerekiyor, o da ayrı bir not kendime.

Teyzeciğimin beyninde çıkan ikinci kist haberiyle apar topar sonlandı Foça günlerimiz.
İzmir'e yerleşik düzene, evimize döndüğümüze sevinirken, bir yandan da hastane kapılarında endişe ve üzüntülerle geçti günlerimiz...hayatın her anı hakikaten büyük sürprizlere gebe, iyisiyle kötüsüyle, her şeyiyle... o yaşadığımız derin üzüntülerden sonra maddi anlamda kendimize ve evladımıza kurmaya çalıştığımız güvenlik kalelerinin içinin ne kadar da boş olabileceğini anladım bir kez daha ve yatırım kavramına bakışımı tamamen yeniden şekillendirdim. Hayat zor ama bir o kadar da kıymetli bir şey ki, insanoğlu olarak hepimiz yaşamın kıyısına gelmeden idrak edemiyoruz bunu, tipik dokunsal Türk insanı, ille yaşayıp hissedeceğiz sonra dank edecek bazı şeyler kafamıza!

O günden beri uzun vadeli kesinlik arz eden planlar yapamıyorum kendim ve ailem için, daha çok harbi içinde bulunduğum AN'ı hissedip hissettirmeye ve çocuğumun gözlerinde gördüğüm ışığın içinde onunla hemhal olarak yaşamaya çalışıyorum. Atlıyorum, zıplıyorum, dans ediyoruz, açık havada geziyoruz, parklarda kumlarla inşaatlar yapıyoruz, ambulans, itfaiye, polis arabası ve çöp kamyonlarının peşine takılıp, iş makinalarının şoförleriyle arkadaşlıklar kuruyoruz, teknik bilgiler alıyoruz, gece istediğimiz saatte uyuyup yine de güne erkenden başlayabiliyoruz...bu çocukların enerjileri tanımsız bir şey, gerçekten ayarları yok! ama mutlular, buna da değiyor doğrusu...

2 hafta önce ikinci doğumgünümüzü kutladık Solomon sülalesi olarak...maşallah yine kırk kişi vardık, harran gürren derken ikinci mumunu da üfledi Deniz kuzumuz.. Sağlıklı güzel yaşlara olsun inşallah...

Araya giren onca telefonla ancak bu kadar yazabiliyorum şimdilik.
Ama dönüşüm feci acımasız olacak, her bir bok da yazılmaz ki kardeşim dedirteceğim
blogumu okuyan, tesadüfen karşılaşan bir iki kişiye...

Her nerede her kiminleyseniz güzel AN'lar diliyorum herkese...