15 Ekim 2010 Cuma

Ben geldim!

Bir iki değişiklik yapayım alelacele de geldiğim belli olsun dedim :)))

Ta 4 Haziran'dan 15 Ekim'e kadar...dile kolay koskoca 4 ay!
Ay ben bu blog tembelliğimi nasıl adam edeceğimi bilemiyorum.
Şu takip ettiğim arkadaşlara bakıyorum da, mesela Pratik Anne, neredeyse her gün her koşulda bloguna iki satır da olsa bir yazı düşüyor. Sonra Asliberry, sonra PrimaRima, sonra Pinik Kuş...vallaha hayranım tempolarına. Çalışıyorum, çok yoğunum, çocuğum var bahaneleri de artık çok bayat be! Herkesin hayatı yoğun, herkesin çocuğu var, hatta bazılarımızın allah sağlıklı ömürler versin, 2 tane var! E ben, bunalım takılıp organize olamamaktan şikayetle hala aynı kısır döngü içinde gelip gidip aynı şeyleri tekrar ediyorum. Ha gayret, bir göreyim seni! Zaten kendi içsel varlığım için de şiddetle bir re-organizasyona gerek duyuyorum, yoksa gelmeye başladılar soldan soldan!

Neyse efendim, bu sene, çocukluğumdan beri ilk kez "artık ne olur yaz bitsin, kış gelsin!" dediğimiz bir yaz geçirdik İzmir'de...Yakın çevremdeki herkes pek bir hayretle baktı bana, bu kışın ne kadar tehlikeli geçebileceğini sezmiş olsalar gerek:)))

Neler yaptık 4 ayda?
3 ayımız çoğunlukla İzmir Foça İzmir ekseninde kilometre yapmakla geçti.
Deniz şahane bir yaz geçirdi Foça'da anneannesi ve dedesiyle...her gün deniz, tekne, kum, balık, bisiklet, koşmaca, tırmanmaca, saklambaç derken hem fiziksel hem de ruhsal bakımdan epey büyüdü gelişti. Dili çözüldü, papağan gibi her şeyi tekrar etmeye başladı, diyaloğumuz sevimli bir şekilde arttı. Çocukların gelişimini izlemek, anne ve baba için dünyada alınabilecek en büyük hazlardan biri olsa gerek...o kadar mutlu o kadar sevimli o kadar tatlı varlıklar ki...

Sadece Deniz'in rahatı ve mutluluğu için katlandığımız Foça günleri, Tolga ve benim içinse azap haline geldi. Üniversiteden beri anne baba hegomonyasından bağımsız yaşayan benim gibi bir tip için, onlarla bir şekilde ortak hayatı paylaşma zorunluluğumuz beni acayip bunalttı.
Temmuz'da 3 kişilik çekirdek aile olarak Assos taraflarına tatile gittik...Tolga'ya da, bana da, Deniz'e de çok iyi geldi. Kuzucum alıştı afsalt düşkünü anne ve babasıyla oradan oraya gezmeye, hiç arıza çıkarmadı yavrum. Tatil dönüşü ayrılmak zor oldu ama, içimiz sızladı onu tekrar Foça'ya bırakıp İzmir'e dönerken... allahtan ki yakın mesafe de akşamları gidebiliyoruz, tabii benzin fiyatları yüzünden bu sene onu da sınırlamak zorunda kaldık!

Birkaç kitap okuyabildim vapur yolculuklarımda. Maria Montessori'nin Annelik Sanatı'nı, Tony Humphreys'in Çocuk Eğitimin Anahtarı:Özgüven'i, Dr.Harvey Karp'ın Mahallenin Mutlu Yumurcağı'nı, OSHO'nun Çocuk kitabını ve sevgili Tamer Hoca'mın evirip çevirip defalarca okumaktan bıkmadığım Türkiye'den NLP Uygulamalarını ve pek tabii ki Milton Erickson'un Hipnozle Terapi Semineri'ni...sanki bir şeyler daha okudum ama hatırlamıyorum şimdi...kitaplar üzerine kesinlikle analizci yazılar yazmak gerekiyor, o da ayrı bir not kendime.

Teyzeciğimin beyninde çıkan ikinci kist haberiyle apar topar sonlandı Foça günlerimiz.
İzmir'e yerleşik düzene, evimize döndüğümüze sevinirken, bir yandan da hastane kapılarında endişe ve üzüntülerle geçti günlerimiz...hayatın her anı hakikaten büyük sürprizlere gebe, iyisiyle kötüsüyle, her şeyiyle... o yaşadığımız derin üzüntülerden sonra maddi anlamda kendimize ve evladımıza kurmaya çalıştığımız güvenlik kalelerinin içinin ne kadar da boş olabileceğini anladım bir kez daha ve yatırım kavramına bakışımı tamamen yeniden şekillendirdim. Hayat zor ama bir o kadar da kıymetli bir şey ki, insanoğlu olarak hepimiz yaşamın kıyısına gelmeden idrak edemiyoruz bunu, tipik dokunsal Türk insanı, ille yaşayıp hissedeceğiz sonra dank edecek bazı şeyler kafamıza!

O günden beri uzun vadeli kesinlik arz eden planlar yapamıyorum kendim ve ailem için, daha çok harbi içinde bulunduğum AN'ı hissedip hissettirmeye ve çocuğumun gözlerinde gördüğüm ışığın içinde onunla hemhal olarak yaşamaya çalışıyorum. Atlıyorum, zıplıyorum, dans ediyoruz, açık havada geziyoruz, parklarda kumlarla inşaatlar yapıyoruz, ambulans, itfaiye, polis arabası ve çöp kamyonlarının peşine takılıp, iş makinalarının şoförleriyle arkadaşlıklar kuruyoruz, teknik bilgiler alıyoruz, gece istediğimiz saatte uyuyup yine de güne erkenden başlayabiliyoruz...bu çocukların enerjileri tanımsız bir şey, gerçekten ayarları yok! ama mutlular, buna da değiyor doğrusu...

2 hafta önce ikinci doğumgünümüzü kutladık Solomon sülalesi olarak...maşallah yine kırk kişi vardık, harran gürren derken ikinci mumunu da üfledi Deniz kuzumuz.. Sağlıklı güzel yaşlara olsun inşallah...

Araya giren onca telefonla ancak bu kadar yazabiliyorum şimdilik.
Ama dönüşüm feci acımasız olacak, her bir bok da yazılmaz ki kardeşim dedirteceğim
blogumu okuyan, tesadüfen karşılaşan bir iki kişiye...

Her nerede her kiminleyseniz güzel AN'lar diliyorum herkese...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder